31 Ağustos 2009 Pazartesi

Bravo Marsel

Marsel ABD açıkta ana tabloya kalarak bir ilki başarmıştı ama bununla da yetinmedi. İlk tur maçında Christoph Rochus'u 3-6, 6-3, 3-6, 7-5 ve 7-5'lik setlerle mağlup etti. Yılllarca Grand Slam'leri izlerken bir gün Türk raketleri de buralarda görür müyüz acaba diyorduk. Yayın olmadığı için biz görüp izleme şansına erişemedik ama Marsel'in 5 setlik nefis bir maç çıkardığı ortada. Teşekkürler Marsel İlhan.

Eğer Marsel'in 2 Eylül'de John Isner'le oynayacağı 2. tur maçını yayınlayan bir kanal çıkmazsa, bundan sonra Türkiye'de hiçbir kanal sporun tek adresiyiz, spor kanalıyız, spor bizde izlenir demesin.

CASIO F-91W

Bizim kuşaktan olan her erkek en az iki kere almıştır bu saati. ilki ilkokul ya da ortaokul yıllarına ikincisi ise "en büyük asker bizim asker" yıllarına denk düşer.

Benim de ilkokul yıllarımda edindiğim ilk Casio F91W saatim orijinaldi. Kaç yıl taktım hatırlamıyorum bile. Kullanımı kolay olduğu için mi yoksa ülke çapında çığ gibi büyüyen bir sürü psikolojisinin etkisiyle mi bilmiyorum ama zaten o yıllarda herkesin kolunda bu saat vardı. Hayır dışarıdan birini getirsek saati de okul üniformasının bir parçası zannederdi yani o derece. Kim bilir kaç okulda kronometreyi en çok kim 00'da durdurcak müsabakaları yaşandı o dönem. Tahta sıraların dili olsa da anlatsa. Neyse efendim gel zaman git zaman hain teknoloji bu saatin de canına ot tıkamaya başladı. Etrafta uzaktan kumanda işlevi de gören kocaman kırmızı düğmeli saatiyle artislik atan tipler türedi. Sonra Casio F91W saatli çocukların sayısı teker teker azalmaya başladı. Ben de zamana direnemeyip lise yıllarında kendime analog bir saat aldım.

Ama askerlik yaşı gelip çattığında Casio F91W'nun intikamı acı olmuştu. Bir de baktım ki bizim emektar meğerse aynı zamanda asker saatiymiş. Evde fellik fellik aramaya başladım kendisini ama öğrendim ki benim emektarı askere giderken abim götürmüş, ordan birine verip dönüşte de getirmemiş. Ben de çaresiz nasılsa askerlik kısa dönem deyip bir adet çakma Casio F91W edindim. Edindim ama edinmez olaydım. 155 günlük askerliği zor çıkarttı meret. Arada bir ekrandaki görüntü giderdi de gıcık olurdum. Sonra işaret parmağımın tırnağıyla ekrana tıklatırdım birkaç defa. görüntü gelirdi gelmesine ama saat görüntünün gittiği zamanda kalmış olurdu. Tekrar millete sor, saat ayarla. Diyeceğim o ki siz siz olun askerlik kısa dönem diyip çakmasını almayın alacaksanız da bildiğiniz yerden alın. Ha bir de CASIQ mevzusu var ki ona hiç girmiyorum.

Transferler Üzerine Kısa Kısa - İspanya

Tüm dünya krizle boğuşmasına rağmen bu yaz transfer piyasası oldukça hareketli geçti. Ben de transfer sezonu kapanmak üzereyken yazın önemli transferlerini kısa kısa yorumlayayım dedim. Yaza damga vuran transferlerin yaşandığı İspanya ile devam edelim.

Nakamura (Celtic -> Espanyol) : Bonservis ücreti ödenmeden yapılmış iyi bir transfer. Sol ayağını çok iyi kullanan Nakamura, Espanyol'a faydalı olacaktır.

Xabi Alonso (Liverpool -> Real Madrid) : Bu transferle ilgili daha önce bir şeyler yazmıştık. Bana göre Real Madrid'in bu yaz yaptığı en iyi iş.

Karim Benzema (Lyon -> Real Madrid) : Çok sevdiğim bir futbolcu değil ama yaşı, fiziği ve geçen yılki performansı göz önünde bulundurulursa Real Madrid'de başarılı olmaması için hiçbir neden yok.

Kaka Leite (Milan -> Real Madrid) : Verilen para çok uçuk gibi görünse de bence Cristiano Ronaldo'dan daha fazla katkı yapacak çok iyi bir transfer. Milan'ın onu çok arayacağına şüphe yok.

Raul Albiol (Valencia -> Real Madrid) : İhtiyaç doğrultusunda yapılmış doğru bir transfer.

Cristiano Ronaldo (Manchester United -> Real Madrid) : Dünyanın en pahalı futbolcusu. Bence değerinin üzerinde bir fiyata transfer edildi. Manchester'daki kadar başarılı olacağını düşünmüyorum.

Maxwell (Inter -> Barcelona) : Abidal'e göre hücum gücü daha yüksek savunma yönü daha zayıf bir futbolcu. Makul bir fiyata transfer edilmiş iyi bir alternatif.

Zlatan Ibrahimovic (Inter -> Barcelona) : Eto'o, Ibrahimovic kadar yetenekli değil belki ama Barcelona'nın sistemine daha uygun bir futbolcuydu. Guardiola'nın da dediği gibi bu transfer değişiklik için yapıldı. Sisteme uygun oynamaktansa bireysel yeteneklerini ön plana çıkarmayı seven Ibrahimovic'in Barcelona'da neler yapacağını ben de merak ediyorum.

Nilmar (Internacional -> Villareal) : Rossi ve Llorente gibi oyuncuların yanına Nilmar'ı da ekleyen Villareal'in hücum gücü oldukça arttı.

Transferler Üzerine Kısa Kısa Yazı Dizisi

30 Ağustos 2009 Pazar

Fenerbahçe 2 Manisaspor 1

Fenerbahçe yeni sezonun en kötü performansını gösterdi. Emre ilk maçlardaki istekli oyunundan çok uzaktı. Emre, kötü oynayınca agresifleşiyor. Bunun sonucu da kırmızı kart oldu. Roberto Carlos çok pas hatası yaptı. Gökhan Gönül'ün yokluğunda savunmanın sağında görev yapan Bekir beklenildiği gibi hücuma katkı yapamadı. Kazım yıldız olma peşinde, yine çok şahsi oynadı. Son 20 dakikada oyuna giren Semih de bir kez daha ilk 11 oyuncusuyum diye bağırdı.

Manisaspor'a gelince rakibi 10 kişiyken gol atan bir takım, rakibinin verdiği açıkları değerlendirmek yerine sahasında top çevirmekle ve süreyi yemeye çalışmakla uğraşırsa bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalır.

Sonuçta kötü oynarken maç kazanan takımlar şampiyonluğa gider. Ama Fenerbahçe böyle oynarsa ligde galibiyet serisi sona erer. Bir de bu takımda herkesin yokluğu telafi edilir de Gökhan'ın yokluğu telafi edilemiyor.

Transferler Üzerine Kısa Kısa - Almanya

Tüm dünya krizle boğuşmasına rağmen bu yaz transfer piyasası oldukça hareketli geçti. Ben de transfer sezonu kapanmak üzereyken yazın önemli transferlerini kısa kısa yorumlayayım dedim. Sırada Almanya var.

Sami Hyypia (Liverpool -> Bayer Leverkusen) : Samsunspor'un yıllar önce deneyip de beğenmediği daha sonra Liverpool'da efsane haline gelen Hyppia kariyerinin sonlarında bedelsiz olarak geldiği Leverkusen'e olgunluğuyla büyük katkı sağlayacaktır.

Eren Derdiyok (Basel -> Bayer Leverkusen) : Eren hakkında daha önce bir şeyler yazmıştık. Leverkusen'de çok iyi işler yapıp ilerleyen yıllarda üst düzey bir takıma geçeceğini tahmin ediyorum.

Mario Gomez (Stuttgart -> Bayern Munich) : Belki çok subjektif bir yorum olacak ama bu adamı hiç beğenmiyorum. Transferi için ödenen parayı da çok yüksek buluyorum. Mutlaka goller atacaktır ama Bayern Munich'e yakışan bir golcü değil bana göre.

Daniel Pranjic (Herenveen -> Bayern Munich) : Hücum gücü yüksek bir sol bek. Ancak savunma yanı çok zayıf. Önünde yeni transfer Robben oynarsa, Bayern'in rakipleri bu kanadın savunma zaafını değerlendirebilir.

Arjen Robben (Real Madrid -> Bayern Munich) : Bence Real Madrid sırf Hollandalı diye onu sattığı için pişman olacak. Bayern için ise harika transfer. Ribery ve Robben'in olduğu bir takımı izlemek büyük bir keyif olacak.

Marcus Berg (Gronnigen -> Hamburg) : Mesut'la birlikte Avrupa 21 yaş altı Futbol Şampiyonası'nın yıldılzlarından. Oynadığı süre boyunca yapacağı katkının yanında yıldızını iyice parlattıktan sonra üst düzey bir takıma transfer olarak Hamburg'a çok büyük paralar kazandırabilir.

Ze Roberto (Bayern Munich -> Hamburg) : Ze Roberto, tecrübesi ile Hamburg'a katkıda bulunacaktır.

Lukas Podolski (Bayern Munich -> Köln) : Bayern ona yeterince şans tanımayınca o da Köln'ün yolunu tuttu. Daha iyi bir takıma gidebilirdi, gitmeliydi de bence. Sonuçta Köln için çok iyi transfer.

Raul Bobadilla (Young Boys -> B. Monchengladbach) : Onun hakkında daha önce yazmıştık. İsviçre'de başarılı olmuş, gelecek vaat eden genç bir Arjantinli. Almanya liginde bu sezon iyi işler yapacak gibi görünen Monchengladbach'ın önemli kozlarından biri olacak gibi.

Pavel Progrebnyak (Zenit St. Petersburg -> Stuttgart) : Çok makul bir fiyata yapılmış çok iyi bir transfer. Zenit'in UEFA'yı aldığı sezon çok iyi futbol oynamıştı. Sakatlığı engel olmasa Euro 2008'in yıldızlarından biri olacaktı. Stutgart'a çok nüyük katkı yapacaktır.

Aleksandr Hleb (Barcelona -> Stuttgart) : Hleb kaliteli bir futbolcu ama Barcelona'da oynayabilecek kadar da iyi değil. Stuttgart'ta eski günlerine dönüp takıma önemli ölçüde katkı yapabilir.

Claudio Pizarro (Chelsea -> Werder Bremen) : Çok iyi bir forvet oyuncusu. Düşük maliyetle yapılmış kaliteli bir transfer. Werder Bremen formasını daha önce de giydiği için uyum sorunu da olmayacak. Takıma katkısı büyük olur.

Tim Borowski (Bayern Munich -> Werder Bremen) : Podolski gibi o da Bayern'deki kadro şişkinliğinin kurbanı oldu. Bremen'de eski günlerine döneceğini tahmin ediyorum.

Obafemi Martins (Newcastle United -> Wolfsburg) : Süratiyle Wolfsburg'un hücum gücüne çeşitlilik kazandıracak önemli bir transfer. Kalitesini tartışmak yersiz olur.

Transferler Üzerine Kısa Kısa Yazı Dizisi

Transferler Üzerine Kısa Kısa - Fransa

Tüm dünya krizle boğuşmasına rağmen bu yaz transfer piyasası oldukça hareketli geçti. Ben de transfer sezonu kapanmak üzereyken yazın önemli transferlerini kısa kısa yorumlayayım dedim. Fransa ile devam edelim.

Yoann Gourcuff (Milan -> Bordeaux) : Geçen yılın Fransa şampiyonu Bordeaux geçen yıl kiralık oynattığı Gourcuff'un bonservisini alarak çok önemli bir iş yaptı.

Bafetimbi Gomis (St. Etienne -> Lyon) : Benzema'yı Real Madrid'e veren Lyon, Fransa'nın son yıllarda yıldızı parlayan bir başka genç forvetini aldı. Gomis, Lyon'a katkı sağlar.

Lisandro Lopez (Porto -> Lyon) : Oldukça yüksek maliyetli bir transfer. Ama Lyon'a yararlı oalcağına şüphe yok.

Gabriel Heinze (Real Madrid -> Marsilya) : Manchester United ve Real Madrid formaları giymiş tecrübeli bir futbolcuyu bonservis bedeli ödemeden transfer etmek önemli. Heinze Marsilya'da faydalı olacaktır diye düşünüyorum.

Fernando Morientes (Valencia -> Marsilya) : İspanyollar hiçbir zaman ona hak ettiği değeri vermemiş de olsa bana göre Morientes kaliteli bir golcü. 33 yaşındaki oyuncu Marsilya'ya hücum bölgesinde kadro derinliği kazandırır.

Edouard Cisse (Beşiktaş -> Marsilya) : Beşiktaş ondan yeterince faydalanamasa da Cisse, hem tecrübesi hem de fiziğiyle iyi bir defansif orta saha oyuncusu. Bonservis bedeli ödemeden Cisse'yi kadrosuna katan Marsilya doğru bir iş yaptı.

Lucho Gonzalez (Porto -> Marsilya) : Tıpkı Lisandro Lopez gibi o da çok yüksek maliyetli. Takıma önemli katkı yapacaktır ancak yine de ödenen bonservis bedeli çok fazla bence.

Gregory Coupet (A. Madrid -> PSG) : Coupet, ilerleyen yaşına rağmen kalitesi ve tecrübesi ile PSG kalesinde güven verir.

Mevlüt Erdinç (Sochaux -> PSG) : Bu yaz en sevindiğim transferlerden biri. Mevlüt'ün Fransa'nın büyük takımlarından birine gitmesi sevindirici. Burada başarılı olup daha da iyi bir takımın yolunu tutacağına inancım tam.

Transferler Üzerine Kısa Kısa Yazı Dizisi

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Transferler Üzerine Kısa Kısa - İngiltere


Tüm dünya krizle boğuşmasına rağmen bu yaz transfer piyasası oldukça hareketli geçti. Ben de transfer sezonu kapanmak üzereyken yazın önemli transferlerini kısa kısa yorumlayayım dedim. Sırada İngiltere var.

Thomas Vermaelen (Ajax -> Arsenal) : Fazla söze gerek yok. Tipik bir Arsenal transferi.

Stewart Downing (Middlesbrough -> Aston Villa) : 13 Milyon Euro verdiler belki ama bence değer. 1984 doğumlu ve İngiltere milli takımının formasını 23 kez giymiş bir oyuncunun Premier Lig'de olmaması düşünülemezdi.

Yuri Zhirkov (CSKA Moskova ->Chelsea) : Euro 2008'de de gördük ki Zhirkov, sol kulvarı en iyi kullanan futbolculardan biri. İlk 11 şansı bulamasa bile Chelsea'ye katkısı olacaktır.

Damien Duff (Newcastle United -> Fulham) : 30 yaşında da olsa Duff kalitesindeki bir oyuncuyu 4 Milyon Euro'ya getirmek başarıdıt. Ne de olsa batan geminin malları bunlar.

Michael Owen (Newcastle United -> Manchester United) : O da batan geminin mallarından. Zirveye geri dönmek için son şansını en iyi şekilde kullanmak isteyecektir. Ancak fizik gücü bunun için yeterli olur mu bilemem.

Antonio Valencia (Wigan Athletic -> Manchester United) : Ben bu adamdan çok ümitli değilim açıkçası ama Alex Ferguson'un bir bildiği vardır herhalde.

Kolo Toure (Arsenal -> Manchester City) : Etrafa para saçan her kulüp gibi sadece hücuma yönelik transferler yapıp savunmayı es geçecekler derken City'nin yaptığı en doğru transfer.

Emmanuel Adebayor (Arsenal -> Manchester City) : Adebayor bana göre şu anda Avrupa'nın en iyi golcülerinden biri. Kesinlikle çok iyi transfer. Bu sene çok gol atacağına şüphe yok.

Carlos Tevez (Manchester United -> Manchester City) : Tevez'in yeteneği tartışılmaz, ancak City Premier Lig'in zirvesine oynamak istiyorsa Tevez futbolunu olgunlaştırmak zorunda.

Roque Santa Cruz (Blackburm Rovers -> Manchester City) : Çok beğendiğim bir forvet oyuncusu. Sürekli ilk 11'de yer alamayacak olması üzücü.

Tuncay Şanlı (Middlesbrough -> Stoke City) : Bu transfer hakkında daha uzun bir şeyler yazmayı düşünüyorum ama şu an için söyleyebilirim ki Stoke City'nin Tuncay'ı görmek isteyeceğimiz takımlardan biri olmadığı kesin.

Peter Crouch (Portsmouth -> Tottenham Hotspur) : İngilizler bu adama hak ettiği değeri vermiyor sanki. İspanyollar da aynı şeyi Morientes'e yapmıştı. Bakalım Tottenham'da ne yapacak.

Transferler Üzerine Kısa Kısa Yazı Dizisi

Efsane Goller #12

Serinin 12. golü Türk futbol tarihinin en golcü ismi olan Hakan Şükür'den.

Tarih 19 Haziran 2000. Milli takımımız Euro 2000'de gruptaki son maçında ev sahiplerinden Belçika ile karşılaşıyor. Euro 96'yı puansız ve golsüz kapatan milliler, Euro 2000'de önce İtalya karşısında ilk golünü atıyor, ardından İsveç'e karşı da ilk puanını alıyordu, Belçika maçında ise hedef ilk galibiyeti alarak çeyrek finale çıkmaktı.

Golsüz giden ilk yarının son anlarında Alpay orta sahanın sol tarafından topu rakip kaleye adeta bitir artık hoca dercesine dikti, top o kadar çok yükselmişti ki yerden sektikten sonra bile tekrar 6-7 metre havaya çıktı. Top, ikinci kez yere inmeden Hakan Şükür ve Belçika kalecisi De Wilde topa hamle yaptılar. Pozisyon ceza sahası içinde olduğundan De Wilde elleriyle müdahele edebiliyordu, Hakan ise kafaya çıktı ve De Wilde'in elleriyle uzanamadığı yükekliğe erişip kafayla topu ağlara gönderdi. Bu sıradışı golün ardından ikinci yarıda bulduğumuz bir kontratakta Hakan Şükür bir gol daha attı ve 2-0'lık galbiyet bizi çeyrek finale taşırken ev sahini Belçika için ise turnuvanın sona ermesi anlamına geliyordu. Bu maç milli takımımızın büyük turnuvalarda evsahiplerini yenme geleneğini başlatan maç oldu. Maçın ardından haber bültenleri Hakan Şükür'ün kaç santimetre zıpladığını hesaplamaya çalışırken biz de futbolseverler olarak ilk kez bir büyük turnuvada tur atlamanın keyfini çıkarıyorduk.

O gün uğurlu maç izleme kadrosunu toparlayamadığımızdan bu maçı evde izledim. Milli maç olduğundan annem de göz ucuyla bakmaya başladı. Derken maç öyle bir hal aldı ve öyle mutlu bir sonla bitti ki annemi de milli maç kontenjanından da olsa futbol izleyiciliğine kazandırmış oldu O günden sonra annemle bir kaç milli maçı daha beraber izledik.



Efsane Goller Yazı Dizisi

28 Ağustos 2009 Cuma

Transferler Üzerine Kısa Kısa - Türkiye


Tüm dünya krizle boğuşmasına rağmen bu yaz transfer piyasası oldukça hareketli geçti. Ben de transfer sezonu kapanmak üzereyken yazın önemli transferlerini kısa kısa yorumlayayım dedim. Öncelikle Türkiye ile başlayalım.

Darius Vassel (Manchester City -> Ankaragücü) : Bu transfer hakkında blogda daha önce birşeyler yazmıştım. Bence çok önemli bir transfer. Bonservis bedeli ödenmeden gerçekleşmesi de önemli. Ligde şimdilik 1 golü var ancak özetlerden gördüğüm kadarıyla oldukça istekli ve agresif oynuyor. 10-15 arası gol bulacağını tahmin ediyorum.

Pini Balili (Sivasspor -> Antalyaspor) : Hızıyla akıllarda yer eden bir forvet. Zico bile onun için Türkiye'nin en hızlı adamı demek zorunda kalmıştı. Sivasspor'a da sonradan oyuna girerek de olsa önemli katkı yapıyordu. Bence Antalyaspor'a faydalı olur. Sivas, zaten gönderdiği futbolcuların eksikliğini hissetmeye başladı bile.

Nihat Kahveci (Villareal -> Beşiktaş) : Nihat'ın eski formunda olmadığı ortada. Ama kimse eski günlerine dönemeyeceğini de iddia edemez. Ancak Beşiktaş'ın mevcut sistemine bakınca ihtiyaç duyulanın Nihat olmadığını rahatlıkla görüyoruz. Sanki sisteme uygun olarak değil de misilleme yapmak amacıyla gerçekleştirilmiş bir transfer Nihat. Tıpkı geçen sezonki Emre gibi askerlik nedeniyle sezon öncesi hazırlıklarına geç başlaması da önemli bir sorun.

Rodrigo Tabata (Gaziantepspor -> Beşiktaş) : Bu transfer hakkında bugün blogda uzunca bir yazı yazdık. Daha fazla birşey söylemeye gerek yok. Maliyetiyle, büyük takımlarımızın hatalı transfer politikalarının en yeni ve en güzel örneklerinden biri.

İsmail Köybaşı (Gaziantepspor -> Beşiktaş) : Yüksek maliyetli ancak gelecek vaat eden bir futbolcu. Onun başarılı olmasını çok istiyorum. Milli takım, Gökhan Gönül'le savunmanın sağını uzun yıllar garanti altına aldı. Aynı şey savunmanın solunda da İsmail için olsa ne güzel olur.

Michael Fink (E. Frankfurt -> Beşiktaş) : Bonservis bedeli ödenmeden alınması önemli. Ancak ilk maçlar itibarıyla Ernst kadar faydalı olamayacak gibi duruyor.

Matteo Ferrari (Genoa -> Beşiktaş) : Bence çok önemli transfer. Defans oyuncusu ve İtalyan. Daha fazla bir şey söylemeye gerek var mı.

Burak Yılmaz (Fenerbahçe -> Eskişehirspor) : Daum'un en sevdiğim özelliği takıma katkı sağlamayacak adamları gönderip, kadroda gereksiz bir şişkinlik yaratmaması. İlk geldiğinde de Hakan Bayraktar, Erhan Albayrak gibi adamları göndermişti. Ali Bilgin'i nasıl es geçti onu anlayamadım.

Ümit Karan (Galatasaray -> Eskişehirspor) : Birkaç kere keşke Fener'e gelse dedirtmişti bana Ümit Karan. Kısa süreli Ankaraspor macerasını hatırlıyorum da Eskişehir'de iş yapar gibi geliyor bana.

Mehmet Topuz (Kayserispor -> Fenerbahçe) : Tabata için söylediklerimin aynısı Mehmet Topuz için de geçerli. Faydalı olsa da olmasa da değerinin çok üzerinde bir bedel ödenerek yapılmış bir transfer.

Bilica (Sivasspor -> Fenerbahçe) : Geçen sezon ligde en beğendiğim defans oyuncusuydu. Ancak 31 yaşında olması, yabancı olması ve Lugano ile birbirlerini tamamlamamaları gibi nedenlerden dolayı doğru transfer olduğunu söylemek zor.

Andre Santos (Corinthians -> Fenerbahçe) : Çok doğru bir transfer. Elano ve Andre Santos hakkında blogda bir şeyler yazmıştık. Andre Santos, şu ana kadar kaliteli bir futbolcu olduğunu gösteri. 2010'da Brezilya formasıyla Güney Afrika'da olmak istediğinden bu sezon kötü oynama lüksü yok. Fenerbahçe'ye bu sezon büyük katkısı olur. Dünya Kupası'nda dikkat çekici bir performans gösterirse Fenerbahçe'ye baya bir para kazandırır.

Cristian Oliveira (Corinthians -> Fenerbahçe) : Mevkisi itibariyle henüz net bir şey söylemek için çok erken ama Maldonado ve Josico'dan iyi olduğu ortada. Aurelio gibi zaman zaman ileri çıkarak hücuma katkıda bulunacak gibi görünüyor.

Özer Hurmacı (Ankaraspor -> Fenerbahçe) : Onun da bonservis bedeli çok fazla. Kalitesinden şüphem yok ancak kadroda yer bulmak istiyorsa çok çalışmalı. Özer'in en büyük şansı Aykut Kocaman'ın sportif direktör olması. Aykut'un yol göstereciliğinde Özer, Fenerbahçe'ye katkı sağlayacaktır diye düşünüyorum.

Elano Blumer (Manchester City -> Galatasaray) : Andre Santos için söylediklerim onun için de geçerli. Bu sezon başarılı olamama gibi bir lüksü yok. Galatasaray'a büyük katkı yapacaktır.

Gökhan Zan (Beşiktaş -> Galatasaray) : Bonservis bedeli ödemeden milli bir futbolcuyu transfer eden bir takıma kötü transfer yaptınız demek haksızlık olur. Ama bence Gökhan Zan, Galatasaray'ın 11'ini hak eden bir futbolcu değil.

Abdul Kader Keita (Lyon -> Galatasaray) : Takımın sisteminin gerektirdiği ve ihtiyaç duyulan bir mevkiye yapıldığı için başarılı olsa da olamasa da bence çok doğru transfer. Zaten başarılı olmaması zor gibi görünüyor.

Herve Tum (Sivasspor -> İstanbul B.B.) : Tıpkı Balili gibi Sivasspor için önemli bir kayıp. Belediye'ye büyük katkı yapar diye düşünüyorum.

Taner Gülleri (Kocaelispor -> İstanbul B.B.) : Bedelsiz alınması ve geçen sezonki futboluna bakınca ilerleyen yaşına rağmen çok iyi transfer.

Isaac Promise (Trabzonspor -> Manisaspor) : Sürati ve son vuruşlardaki başarı oranının düşüklüğü ile bana Youla'yı hatırlatan bir oyuncu. Ama yine de Manisaspor'a katkı sağlayacaktır.

Ersen Martin (Recreativo -> Sivasspor) : Elde Mehmet Yıldız gibi bir futbolcu varken ne kadar doğru bir transfer olduğu tartışılır. Hoş, Mehmet Yıldız'ın oynamadığı dönemde de takıma pek bir katkısı olduğu söylenemez.

Engin Baytar (Gençlerbirliği -> Trabzonspor) : Bana göre Trabzonspor'un bu sezon yaptığı en iyi transfer.

Transferler Üzerine Kısa Kısa Yazı Dizisi

Thunderball

Bond serisinin 4. filmi, ikinci ve üçüncü filmlerin verdiği tadı veremiyor. İlk 3 filmdeki son derece orjinal ve başarılı kötü karakterlerden sonra bu filmdeki kötü karakter, SPECTRE'ın 2 numaralı adamı olmasına rağmen zayıf kalıyor. Aksiyon sahnelerinin ise tamamına yakını suyun altında geçiyor. Belki beğeneni vardır ama benim hoşuma gitmedi bu durum. Sonuç olarak filmi pek beğenmedim.

Efsane Goller #11

Serinin 11. golü tüm zamanların en iyi futbolcularından biri olan Cezayir asıllı Fransız yıldız Zinedine Zidane'dan.

Tarih 15 Mayıs 2002. Real Madrid, Şampiyonlar Ligi finalinde sezonun flaş ekibi Bayer Leverkusen'le karşılaşıyor. Bu maçın bizim açımızdan önemli tarafı bir Türk'ün (Yıldıray Baştürk) oynadığı ilk (ve halen tek) Şampiyonlar Ligi finali olması. Hal böyle olunca Bayer Leverkusen'e destek veriliyor.

Karşılıklı atılan gollerle (Raul ve Lucio) ilk yarı 1-1 bitecek derken sol taraftan atağa destek veren Roberto Carlos, ceza sahası çizgisinin üzerinde bulunan Zidane'a ortalıyor. Ancak Carlos, topu o kadar yukarı dikiyor ki Zidane'ın topa vurmadan önce sol ayağını hazırlayışını bile rahatlıkla izleyebiliyoruz. Zidane sol ayağını hazırlayıp nefis bir voleyle Real Madrid'i 2-1 öne geçiriyor. Maçın sonucunu belirlleyen bu gol Zidane'a kariyerinin ilk Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu getiriyor. Fotoğrafta arka planda yer alan Ballack ise ileride 3 büyük final daha kaybedecek.

Bu golü canlı izleme fırsatım olmamıştı. Zira maçın oynandığı gün çocuk yaşta girip 7 yılımı geçirdiğim, denize sıfır okulumda (60. Yıl Anadolu Lisesi) kep törenim vardı. Ertesi gün maçı izlediğimde ise her ne kadar Yıldıray için üzülsem de Zidane'a da helal olsun, yakışır sana demeyi ihmal etmedim.



Efsane Goller Yazı Dizisi

Transfer Politikaları Üzerine

Gaziantepspor'daki maçlarını izlediğim kadarıyla Tabata, iyi futbolcu. Beşiktaş'a katkısı da elbet olacaktır ama 1980 doğumlu bir futbolcu için ödenen 8 Milyon Euro akıl almaz bir bonservis bedeli. Hele ki bir gün önce Wesley Sneijder gibi bir adam (ki kendisi 1984 doğumlu) 15 Milyon Euro'ya transfer olmuşken. Tamam Sneijder tabi ki Beşiktaş'a gelmez ama bir gün arayla bu transferler gerçekleşince insan ister istemez "Türkiye'de transfer piyasası nasıl bu hale geldi?" diye soruyor. Benzer bir tabloyu Mehmet Topuz ve İsmil Köybaşı transfelerinde de görmüştük.

Yurt içinden alınan yerli futbolcuların yüksek maliyeti için yabancı sınırlaması bahanesinin arkasına saklanılabilir. Ancak Tabata ve Holosko gibi transferler bu durumu sadece yabancı sınırlaması ile açıklayamayacağımızın bir göstegesi oldu. Bana göre bu sorunun en önemli iki nedeni kötü yöneticilik ve oyuncu izleme geleneğimizin olmaması.

Kötü yöneticilik, çünkü kulüp yöneticilerinin bırakın C'yi B planları bile yok. Yurt dışından istedikleri oyuncuyu alamadıklarında alternatifleri olmadığı için mecburen yurt içinden tanıdıkları, bildikleri oyunculara yönelmek zorunda kalıyorlar. Hal böyle olunca da anadolu takımları, kucaklarına düşen büyük takımlardan akıl almaz bonservis bedelleri talep edebiliyorlar. Oysa benzer kalitedeki bir futbolcuyu yurt dışından bırakın yarı fiyatı 4'te 1 fiyata almak mümkün.

Oyuncu izleme geleneğimiz ise hiçbir zaman olmadı bundan sonra da olmayacak gibi. Bugün FM oynayan gençler hatta çocuklar bile scout sistemini çok iyi bilip, oyunda yönettikleri takımların antrenörlerini dünyanın her tarafına oyuncu izlemeye gönderirken, bizim büyük kulüplerimiz hala kasetten transfer yapmaya devam ediyor. Hal böyle olunca yurt içinde Anadolu takımlarının kucağına düşen yöneticilerimiz yurt dışında da menajerlerin kucağına düşüyor.

Aslında transfer üzerine saatlerce yazılabilir ama lafı daha fazla uzatmak yerine bu işin doğrusunu yapanı örnek verelim (Bkz. Porto). İsteyenler onu incelesin.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Efsane Goller #10

Serinin 10. golü bir başka büyük 10 numara olan Fenerbahçe'nin Brezilyalı yıldızı Alex'ten.

Tarih 12 Aralık 2007. Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi'nde grubun son maçında bir önceki yılın UEFA kupası ve Rus Ligi şampiyonu CSKA Moskova'yı ağırlıyor. Fenerbahçe kazanması halinde tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkmayı başaracak.

Maçın 30. dakikasında CSKA Moskova sol taraftan Caner'le geliyor. Caner'in yaptığı ortayı o yılın sabıkalı ismi Edu, ters bir vuruşla Fenerbahçe ağlarına gönderiyor. Tam moraller alt üst olmuşken sahneye Alex çıkıyor. Savunmadan seken topu kontrol edip ceza sahası dışından sol ayağıyla topu 90 diye tabir ettiğimiz bölgeye gönderiyor (Bu tabiri de hep kullanmak istemişimdir). İlk yarı bitmeden, o yılın Şampiyonlar Ligi asist kralı Alex, bu kez önce Semih'le verkaça giriyor, ardından da Uğur'a al da at diyor ve Fenerbahçe 2-1 öne geçiyor. 2. yarıda Uğur'la bir gol daha bulan Fenerbahçe maçı 3-1 kazanarak Şampiyonlar Ligi'nde tur atlıyor.

Bu golün gönlümdeki yeri ayrı. Hem çok kritik bir gol olduğu için hem de stadyumda canlı canlı izleme fırsatı bulduğum için.



Efsane Goller Yazı Dizisi

Gereksiz Bilgiler #12

Futbolda gol atmanın yeterli olmadığını gösteren istatistikler:

1938 yılında Manchester City, 80 golle ligin en çok gol atan takımı olmasına rağmen küme düştü.

1998 yılında İsveç Ligi'nde AIK Solna, diğer 13 rakibinden daha az gol attığı halde (26 maçta 25 gol) şampiyon oldu.

Gereksiz Bilgiler Yazı Dizisi

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Efes Pisen World Cup 8

2009 Avrupa Basketbol Şampiyonası'ndan ne kadar ümitli olduğumu daha önce yazmıştım. Turnuva öncesi son ciddi hazırlık Ankara'da düzenlenen Efes Pilsen World Cup. Milli takımımız, Hırvatistan ve Almanya ile aynı grupta. Diğer grupta ise B.Britanya, Letonya ve Makedonya var. Gruplar özellikle ayarlanmış gibi. Milli takımımız son provalarını daha dişli rakiplere karşı yapmak istemiş sanki. Sonuçta güzel maçlar bizi bekliyor.

Spor Tarihinin Unutulmaz Günleri #2

Spor tarihinin unutulmaz günlerini hatırlamaya devam. Bu kez 20 Aralık 2004'e gidiyoruz. NBA normal sezon mücadelesinde Houston Rockets, sahasında San Antonio Spurs'u konuk ediyor. Maçın bitimine 53 saniye kala San Antonio 74-64 önde. Normal şartlar altında maç bitmiş diyebiliriz. Ancak McGrady'nin o gün normal olmaya pek niyeti yok.

52 saniye kala Yao hücum ribaundunu alıp farkı 8'e indiriyor. Hemen ardından bir de top çalan Houston oyuncuları bitime 47 saniye kala farkı 6'ya indirip az da olsa umutlanıyor. San Antonio mola alıyor ve mola sonrası Houston taktik faul yapıyor. Videoyu izlerken tam da bu sırada Ginobili'nin, Popovich'ten yediği fırçaya özellikle dikkat edin. Neyse efendim, San Antonio 2'de 2 atıyor ve 44 saniye kala fark yeniden 8'e çıkıyor. (Yattı bu iş sanki, dönmez bu maç).

McGrady tek başına gelip 35 saniye kala attığı 3'lükle farkı yeniden 5'e indiriyor. Houston'dan bir taktik faul daha ama San Antonio'lu oyuncuların çizgiden kaçırmaya niyeti yok. Yine 2'de 2 atıyorlar ve 32 saniye kala fark 7'ye çıkıyor. (Bırakmayacak bu adamlar maçı).

McGrady üzerindeki baskıya rağmen bir üçlük daha atıyor. Hem de bu kez Tim Duncan'a faul yaptırarak. 24 saniye kala tek atışı da sayıya çeviren McGrady, farkı 3'e indirmeyi başarıyor. Houston yine taktik faul yapıyor ama bu kez çok oyalanıyor. Taktik faulu yapana kadar 8 saniye kaybediyor. San Antonio'lu oyuncular makina gibi. Yine 2'de 2 atıyorlar ve 16 saniye kala fark 5'e çıkıyor. (Adamlar ne soğukkanlıymış ya, bırakmıyorlar maçı. Yazık olacak T-Mac'e).

McGrady çok zor pozisyonda topu almasına ve üzerindeki iki kişilik baskıya rağmen bir üçlük daha atıyor ve 11 saniye kala farkı 2'ye indiriyor. (Adam çıldırdı). San Antonio mola alıyor, topu yandan oyuna sokuyor. Mcgrady topu Bowen'dan çalıyor rakip potaya doğru koşmaya başlıyor, fark 2 ama onun içeri girmeye hiç niyeti yok, bir 3'lük daha atıyor ve sonunda 1.7 saniye kala takımını 81-80 öne geçiriyor. (Yok artık T-Mac). Houston 53 saniye kala 10 sayı farkla geride olduğu maçı (bu 53 saniyede 6 sayı yemesine rağmen) kazanıyor, Tracy McGrady de son 35 saniyeye 13 sayı sığdırarak tarihe geçiyor. (Adamlar boşuna "Where amazing happens" demiyor).

O güne kadar McGrady'yi sevmezdim ama o gün büyük saygı duydum. Adamlar ısrarla bütün serbest atışları soktuğu halde maçı bırakmadı ve olağanüstü bir bireysel performansla takımına galiiyeti getirdi. Houston oyuncularının maçtan sonraki sevinci de görülmeye değerdi.



Spor Tarihinin Unutulmaz Günleri Yazı Dizisi

Platini Şansı

Yarın Şampiyonlar Ligi kuraları çekilecek. Beşiktaş son sıradan da olsa üçüncü torbada yer almayı başardı. Beşiktaş'ın Platini'ye 2 kere teşekkür etmesi gerek. Güçlü ülkelerin takımlarını birbirine kırdıran, zayıf ülkelerinin şampiyonlarının ayrı bir yoldan Şampiyonlar Ligi'ne gelmelerini sağlayan yeni sistem Beşiktaş'a hem 3. torbanın yolunu açtı hem de 4. torbanın zayıf ekiplerden oluşmasını sağladı. Beşiktaş 4. torbadan Wolfsburg'u çekmezse rahat bir şekilde ilk 3'e girer. Teknik direktör Mustafa Denizli olunca hemen "0" çekme senaryoları yazılmaya başlandı. Bense tam aksini düşünüyorum. İyi bir kura ve fikstür ile Mustafa Denizli de sistemini oturttuğu takdirde Beşiktaş gruplardan çıkabilir. Daha önce de yazmıştık. Bu sene toplanacak her puan altın değerinde. Fenerbahçe ve Galatasaray'dan UEFA Avrupa Ligi'nde beklentim yüksek. Beşiktaş da Şampiyonlar Ligi'nde onlara katkı yapabilir.

Gelelim madalyonun öteki yüzüne. Şampiyona avantaj sağlayan sistem 2.'ye ise adeta Şampiyonlar Ligi'nin kapılarını tamamen kapatıyor. Hoş, Sivasspor bu seneki haliyle o kapılar açık da olsa giremeyecekti ama bundan sonraki yıllarda da aynı sorun devam edebilir. Özetle şampiyonlarımızın gruptan çıkma şanslarının çok daha yüksek olacağı, ikincilerimizin ise Şampiyonlar Ligi'ne girmek için Avrupa'nın üst düzey takımlarını elemek zorunda kalacağı yıllar bizi bekliyor. Bu arada ilk 9'a girsek de bu noktada pek bir avantajımız olmayacak. UEFA Avrupa Ligi'ne 4 takımla gideceğiz ama ikincimiz Şampiyonlar Ligi için yine üst düzey takımlarla eleme maçı oynayacak. Avantajımız ise 2 yerine 1 ön eleme oynamak olacak.

25 Ağustos 2009 Salı

Efsane Goller #9

Serinin 9. golü sakatlıklar nedeniyle kariyerini erken noktalamak zorunda kalan efsane golcü Marco Van Basten'den.

Tarih 25 Haziran 1988. 70'li yıllarda Total Futbol ve büyük yıldız Johann Cruyff ile harikalar yaratan ancak Dünya Kupası'nı iki kez üst üste finalde kaybeden Hollanda milli takımı ilk kez bir büyük turnuvayı kazanmak için Euro 88 finalinde SSCB ile karşılaşıyor. İlk yarıda Gullit yakın mesafeden sert bir kafa vuruşuyla Sovyetlerin efsanevi kalecisi Dassaev'i avlıyor. İlk yarının bu skorla bitmesinin ardından 54. dakikada Van Basten soldan yapılan yüksek bir ortaya oldukça dar bir açıdan hatta neredeyse sıfırdan müthiş bir vole vuruyor ve top Dassaev'in üzerinden ağları buluyor. Bu öyle bir gol oluyor ki Van Basten futbolu bıraktıktan sonra futbol izlemeye başlayan çocuklar bile bu golü ezbere biliyor. İlerleyen dakikalarda SSCB Belanov ile bir de penaltı kaçırıyor ve maç 2-0 tamamlanıyor. Böylece Hollanda'nın Rijkaard'lı, Gullit'li, Koeman'lı, Van Basten'li kadrosu ülkelerine büyük turnuvalardaki ilk ve halen tek şampiyonluğu kazandırmış oluyor.

Bu maç oynandığında henüz sadece 3 yaşında olduğumdan maçı canlı izlemedim. Maçla ilgili en önemli anım, oyuncak pazarından aldığımız adamları çekmeli futbol oyununun (hani şu zamanla bütün adamları kırılan) kutusunun üzerinde bu maçtan fotoğrafların olmasıdır. O zamanlar formalar çok ilgimi çekmişti. Sonradan aklım erip de bu maçı izleme fırsatı bulunca adamların o maçın fotoğrafını kutuya boşuna koymadığını anladım.



Efsane Goller Yazı Dizisi

Gereksiz Bilgiler #11

Ard arda en çok lig şampiyonu olan takımlar:

Skonto Riga (Letonya) 1991-2004 döneminde 14 şampiyonluk.

Rosenborg (Norveç) 1992-2004 döneminde 13 şampiyonluk.

Dinamo Tiflis (Gürcistan) 1990-1999 döneminde 10 şampiyonluk.

Gereksiz Bilgiler Yazı Dizisi

Uğraşmayın Adamla

Geçtiğimiz günlerde ismi lazım değil bir televizyon kanalında, yarım saat boyunca doping üzerine konuşulurken ekranda da Bolt'un kırdığı rekorların görüntüleri döndü. Bu, televizyoncuların sıkça kullandığı çirkin bir yöntem. Açıkça Bolt, doping yapıyor ya da yaptı diyemediklerinden bu yöntemle söylemek istediklerini mana etmekle kalmıyorlar bunu bilinçaltımıza işliyorlar. Herhalde son 2 yıldır bu adam kadar fazla doping testine giren insan yoktur. Ortada doping yaptığına dair hiçbir bulgu yokken bunu mana etmek hoş değil. Çamur atmaya çalışmak yerine spor tarihinin gördüğü en büyük sprinteri izlemenin keyfini çıkarın.

Son günlerin bir başka komik iddiası da Bolt'un rekorları bilerek azar azar kırdığı. Bunu söyleyenlere diyecek bir şey bulamıyorum. Bu adam rekoru her seferinde 1 cm arttıran Yelena Isınbeyeva gibi sırıkla atlamıyor, 100 ve 200 metre koşuyor. Buna rağmen azar azar kırdığı iddia edilen 100 metre rekorunu 0.11 saniye geliştirdi. Bu iddiada bulunanlar elektronik ölçüme geçildikten sonra bu rekor bir seferde hiç bu kadar geliştirilmiş mi bir baksınlar.

Uzun lafın kısası meyve veren ağacı taşlayanlar çıkıyor elbette ama takdir edenler de yok değil. Uzun atlamanın efsanevi rekortmeni Mike Powell, Bolt'un ileride mutlaka uzun atlamayı da denemesi gerektiğini ve kendisine ait olan 8.95 metrelik rekoru 9 metrenin üzerine çekebileceğini söylemiş. Bolt'ta emekli olmadan mutlaka uzun atlamayı deneyeceğini bunun yanı sıra ileride 400 metrede yarışmayı düşünebileceğini belirtmiş.

Gereksiz Bilgiler #10

Seri penaltılara devam. En çok penaltı atılan seri penaltı mücadeleleri:

2005 yılında Namibya Kupası'nda KK Palace 17 Civics 16 (Toplam 48 penaltı atışı yapılmış).

1988 yılında Arjantin Ligi'nde Argentinos Juniors 20 Racing Club 19 (Toplam 44 penaltı atışı yapılmış).

1996 yılında Türkiye Kupası'nda Gençlerbirliği 17 Galatasaray 16 (Toplam 34 penaltı atışı yapılmış).

Sonuncusunu birçok kişi hatırlıyordur. Galatasaray'ın kalesini Hayrettin'in koruduğu dönemler. Hayrettin, maçtan sonra "Ne var 18 gol yemişsem? Gençlerbirliği kalecisi de 17 gol yedi. Herkes onu kahraman yapıp, beni suçluyor. Aslında maçın geneline bakarsanız takımımın en iyisi bendim." diyerek kendini savunmuştu.

Gereksiz Bilgiler Yazı Dizisi

Efsane Goller #8

Serinin 8. golü bana göre Türk futbol tarihinin en yetenekli futbolcusu olan şimdilerin ntvspor yorumcusu Sergen Yalçın'dan. Ntvspor'da teknik direktör, futbolcu ayırt etmeksizin herkese sallayan Sergen, futbolculuk döneminde kendine bakıp, futbolun gereklerini yerine getirseydi kesinlikle Avrupa'nın en önde gelen kulüplerinden birinde oynardı. Zaten Bayern Munich hikayesini geçtiğimiz günlerde ntvspor'da kendisinin ağzından dinledik. Neyse biz gole dönelim.

Tarih 12 Ekim 1994. Euro 96 elemelerinin ikinci maçında İzlanda'yı Ali Sami Yen'de konuk ediyoruz. İlk maçta Macaristan deplasmanında alınan beraberlikten dolayı moralliyiz. Hedef galibiyet ama öyle bir maç oluyor ki hedeflediğimizin de ötesine gidiyoruz. Hakan ve Saffet'in 2'şer golüyle skor 4-0'a geliyor. 65. dakikada sağ taraftan dar açıdan bir frikik kazanıyoruz. Herkes orta yapmasını beklerken oyuna sonradan giren Sergen sol ayağıyla o dar açıdan bugün bile çok net hatırlayabildiğim o nefis golü atıyor ve İzlanda'yı 5-0 yeniyoruz. O zamana kadar farklı mağlubiyetlere alışan milli takım bu kez farklı kazanıyor. Bu maç yılların ezikliğini üzerimizden atıp şaha kalktığımız maç oldu bence. Moralimizi ve özgüvenimizi dipten alıp yukarılara taşıdı ve bu inanç bize Euro 96 vizesini getirdi.



Efsane Goller Yazı Dizisi

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Gereksiz Bilgiler #9

Seri Penaltılar:

Profesyonel futbolda ilk kez 1-1 biten Manchester United - Hull City maçının ardından seri penaltı atışları yapıldı. Manchester United'lı Denis Law, seri penaltılarda penaltı kaçıran ilk futbolcu olarak tarihe geçti ama Manchester United 4-3 ile üstünlük sağladı.

Büyük turnuvalarda ise ilk kez 1972 Asya Kupası'nda Güney Kore ile Tayland arasındaki yarı final maçında seri penaltılara geçildi.

Avrupa Şampiyonaları'nda ilk kez Almanya ile Çekoslovakya arasında oynanan 1976 Avrupa Şampiyonası finalinde seri penaltılara geçildi. Çekoslovakya, Panenka'nın unutulmaz penaltısıyla Avrupa Şampiyonu oldu.

Dünya Kupaları'nda ilk kez Almanya ile Fransa arasında oynanan 1982 Dünya Kupası yarı final maçında seri penaltılara geçildi. Penaltılar sonunda Almanya finale çıkan taraf oldu.

Gereksiz Bilgiler Yazı Dizisi

Goldfinger

Bond serisinin üçüncü filmi olan Goldfinger, serinin başarılı filmlerinden biri. Filmden akılda kalanların başında Bond'un Aston Martin DB5'i geliyor. Bununla birlikte Bond ile Moneypenny'nin artık klasik haline gelen sahneleri de oldukça başarılı. Özelliklle Moneypenny'nin "şapkayı fırlatarak askıya asma" hareketini (ki bu Bond'un klasik hareketlerinden biridir) yapması üzerine Bond'un yüzünde oluşan şaşkınlık ifadesi görülmeye değer. İlk iki filmde olduğu gibi yine oldukça başarılı bir kötü karakter izliyoruz. Lazerle ikiye ayrılmak üzere olan Bond'un "Do you expect me to talk?" sorusuna Goldfinger'ın "No, Mr. Bond, I expect you to die" yanıtı ise unutulmazlar arasına giren sahnelerden. Jamaika'da geçen ilk film ve Türkiye'de geçen ikinci filmin ardından bu filmin en önemli eksisi ise büyük bölümünün Amerika'da geçiyor olması.
Blog Widget by LinkWithin