26 Eylül 2010 Pazar

The Hunger Games

İşyerinden sevdiğim bir arkadaşımın verdiği bu kitabı yaklaşık 2 haftalık bir sürede uykuya dalmadan hemen önce 15-20 dakikalık dilimlerle okudum. Her akşam 1 ya da 2 bölüm okuyarak ilerledim diyebilirim.

Aslında konusunu gerçek yaşamdan alan tarihi içerikli kitapları seven biri olarak yazarın kendi dünyasında kurguladığı kitaplara pek ilgi göstermem. Fakat arkadaşımın hatrına kitaba başladım ve kitabın ilk bölümlerinde sıkılmadım desem yalan olur. Ancak ilerledikçe konu beni içine almaya ve merak uyandırıcı bir hale gelmeye başladı. Kitap, her bölümün sonunda, okuyucuda sonraki bölümde neler olacağına dair şiddetli bir merak duygusu yaratmayı çok iyi başarıyor. Lost'u izlemiş olanlar ne demek istediğimi çok iyi anlamışlardır.

Stephen King'in bile "elimden bir türlü bırakamadım… bağımlısı oldum" dediği bu kitabın sürükleyiciliği için çok fazla söze gerek yok. Suzanne Collins'i survivor tarzı bir hikayeyi bu kadar sürükleyici bir hale getirdiği ve modern toplumun yanlışlarına böylesine güzel değindiği için tebrik etmek gerek. Şimdi sırada serinin 2. kitabı Catching Fire var. Bir de The Hunger Games'in filminin çekilmesi gündemdeymiş. Cast belli oldu mu bilmiyorum ama Ellen Page, Katniss Everdeen rolü için biçilmiş kaftan.

Shutter Island

Shutter Island hakkında hep olumlu sözler duymuştum. Bu da filmden beklentilerimi oldukça yukarılara çekmişti. Filmi beğenmediğimi söyleyemem ama yüksek beklentiyle izlediğim bir film olarak bende hayal kırıklığı yarattı.

Bence en önemli sorun sürenin fazla olması. Tek bir hikaye üzerinden giden ve bu hikayeyi de çok detaylandıramayan bir film için neredeyse 2,5 saatlik bir süre çok uzun. Sonuç olarak izlemezseniz çok bir şey kaybetmezsiniz diyebilirim bu film için.

19 Eylül 2010 Pazar

An American Crime

An American Crime 1965 yılında yaşanmış gerçek bir olayı mahkeme kayıtlarından yola çıkarak anlatan 2007 yapımı bir film. Uzun zamandır görmek istiyordum ama bittiğinde keşke izlemeseydim dedim. Bunu film kötü olduğu için söylemiyorum. Özellikle oyunculuklar son derece başarılı. Ancek o kadar çarpıcı bir hikaye ki insan film bittiğinde kendini berbat hissediyor. En son Requiem For a Dream'in ardından bu kadar berbat hissetmiştim.

Filmin en rahatsız edici sahnesi genç kıza şiddet uygulayanların mahkemede kendilerine sorulan neden sorusuna verdikleri ortak cevabın (Bilmiyorum) arka arkaya verildiği sahneydi. İnsanın gerekli ortam oluştuğunda hiçbir nedene ihtiyaç duymadan böylesi bir şiddeti uygulayabileceği gerçeği en ağır işkence sahnesinden bile daha rahatsız ediciydi. Son olarak söyleyebileceğim ise güzel bir film ama bence izlemeyin.

12 Eylül 2010 Pazar

Final Maçı Öncesi

O kadar heyecenalıyım ki uzun uzadıya bir şeyler yazamıyorum. Tek isteğim 12 Dev Adam'ın top kayıplarını minimum seviyede tutabilmesi ve dün şampiyonada en kötü maçını oynayan Ersan'ın bugün iyi bir maç çıkarması. Bu ikisi bizi Dünya Şampiyonluğuna taşıyabilir. Söylemek bile keyif veriyor. Dünya Şampiyonluğu.

Bu akşam Türk spor tarihinin en önemli maçına çıkıyoruz. Umarım kazanıp 12 Dev Adam'ın adını Dünya spor tarihine altın harflerle yazdırırız. Umarım...

11 Eylül 2010 Cumartesi

Sırbistan Maçı Öncesi

12 Dev Adam'ın yarı finale gelene kadar gösterdiği performans, 1992 Barcelona'daki Dream Team'i hatırlatan bir performans oldu. Tabi bundan sonrasının bu kadar kolay olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yarın sabah Türk spor tarihinin en önemli gününe uyanmak için önümüzdeki tek engel Sırbistan. Peki Sırbistan'ı önceki rakiplerimize göre daha dişli kılan özellikler neler?

Bence en önemli artıları pota altını şu ana kadar oynadığımız rakiplerin tamamından daha iyi kullanabilmeleri. Savunma dirençleri de şimdiye kadar oynadığımız takımlardan yüksek. Ancak bizim şu ana kadar gösterdiğimiz savunma direnci turnuvadaki takımlarının tamamının çok çok üzerinde. Beni en çok korkutan özellikleri ise tıpkı bizim gibi komple bir takım olmaları. 7-8 kişi ile değil 12 oyuncuyla oynayan bir takım ve bu 12 oyuncudan herhangi biri hiç beklenmedik bir katkı yapabilir. Açıkçası, Spanolis'i, Dragic'i ve Lakovic'i sahadan silen Ömer Onan ve Sinan Güler'in Teodosic'i de büyük ölçüde kitleyebileceğine inancım tam. Beni korkutan Macvan, Savanovic, Velickovic gibi normalde bu takımın yıldızı gibi görünmeyen ekstra oyuncuların yapacağı katkılar. Özellikle Scepanovic'in 2001'de yaptıklarını hatırlayınca bu korkum biraz artsa da şu ana kadar oynadığımız basketbolun tüm korkuları yok edebilecek kadar üst düzey olduğunu da unutmamak lazım.

Bir de Sırplara karşı psikolojik bir dezavantajımız olur mu sorusu takılıyor kafama. 2001'de Abdi İpekçi'de Avrupa Şampiyonluğu'nu son çeyrekte elimizden alan, 2006'da da İzmir'de önüne geleni farklı yenen Ersan'lı, Semih'li, Oğuz'lu, Ömer'li, Cenk'li takıma final maçında üstünlük sağlayıp Avrupa Ümitler Şampiyonu olan Yugoslavya ve Sırbistan Karadağ takımlarının devamı olan ekol bu kez Sırbistan adıyla kendi evimizdeki bir şampiyonada yine karşımızda. Bize karşı psikoljik olarak her zaman önde olan Sırplar'a karşı geçen yıl Polonya'daki Avrupa Şampiyonası'nda aldığımız galibiyet bu açıdan çok değerli bence. Oradaki galibiyetle onların bize karşı kurdukları psikolojik üstünlüğü yıkmış olabiliriz.

Bu postta ağırlıklı olarak dezavantajlarımızdan bahsettim Çünkü bu şampiyonadaki artılarımız o kadar fazla ki bunları yazmaya kalksam yazının sonu gelmeyebilirdi. Özetle Fransa ve Slovenya maçları kadar kolay olmayacaktır ama bu maçın favorisinin Türkiye olduğunu düşünüyorum. Umarım bu maçı kazanırız ve yarın Türk spor tarihinin en önemli gecesini Sinan Erdem'de yaşama şansımız olur. Umarım...

10 Eylül 2010 Cuma

Nefes

Dün akşam abimle izledik filmi. Nefes, sinemalarda gösterildiği dönemde izleyenler filmden o kadar büyük bir övgüyle bahsetti ki benim de beklentilerim çok yükseldi. Belki de bu nedenden filmi beğenmedim.

Film fragmanlarda da gördüğümüz son derece başarılı bir içtima sahnesi ile başlıyor. Ancak o sahnede zirveye çıkan yüzbaşının kararlığı, basireti, gücü kısacası her şeyi o andan itibaren düşüşe geçiyor. Askerliğini Güneydoğu'da değil Ankara'da yapan ancak o bölgede askerliğini yapmış pek çok arkadaşla sohbet etme şansı bulmuş biri olarak oraya giden insanların geçirdiği dönüşümün tam tersi olduğunu söyleyebilirim. İnsanlar o bölgeye gittiklerinde sudan çıkmış balık gibi olup orada yaşadıklarıyla güçlü ve kararlı hale gelirler. Tabi bu güç ve kararlılık sadece o bölgede anlamlı olan, oradaki görev tamamlanıp da büyükşehire dönüldüğünde hiçbir anlam ifade etmeyecek bir güçtür. Bizim yüzbaşı ise son derece kararlı geldiği karakolda karakter oluarak günden günden eriyip kendi askerine silah çeken, silahındaki son mermileri boş yere harcayan bir adama dönüşüyor. Bütün film bu adamın etrafında döndüğü için rahatsız edici bir durumdu bu dönüşüm.

Bana göre filmin en başarılı sahnesi nöbet tutan askerin, arkadaşlarını eğlendirmek için yaptığı asansörde kalan adam taklidiydi. Nöbet tutan asker, o an oradaki askerlerin tamamını kardan, soğuktan, dağlardan, barut kokusundan, ölüm korkusundan uzaklaştırıp bambaşka bir boyuta taşıdı.

Özetle Nefes, benim için yüksek beklentiyle izlenen ve hayal kırıklığı yaratan bir film oldu.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Fransa Maçı Öncesi


Eurobasket 2009'dan ümitliydim. Harika da başlamıştık. Ama basit hatalarla yarı finali görememiştik. 1 yıl sonra yine iyi oynayan ve ev sahibi olmanın avantajıyla seyirci desteğini de arkasına alıp tüm maçlarını kazanarak gruptan çıkan bir 12 dev adam var. Çeyrek final yolunda önümüzdeki engel Fransa. Tüm maçlarını kazanan bir takımın 2. turda Fransa ile eşleşmesi şanssızlk ya da Fransa'nın ABD'nin olduğu yoldan kaçmak için yaptığı bir oyun.

Grup maçları sonunda en az sayı yiyen takım açık ara Türkiye. Bu bizim için çok önemli . Bu turnuvada bir yerlere gelmek istiyorsak bunu savunmamızla yapacağımızı biliyoruz. Ancak rakibimiz de grup maçları sonunda 24 takım içerisinde en az sayı yiyen 3. takım. Sadece bu istatistik bile şanssız bir eşleşme olduğunu ve bu maçı daha iyi savunma yapanın kazanacağını ortaya koyuyor. Pazar günü kırmızıları giyip Sinan Erdem Spor Salonu'ndaki yerimi alacağım ve sesim kısılana kadar millilere destek vereceğim. Umarım çeyrek finale kalan taraf biz oluruz ve o yoldan finale kadar yürürüz. Umarım..
Blog Widget by LinkWithin