10 Kasım 2008 Pazartesi

08/09 Fenerbahçe - Galatasaray

Yine aylardan Kasım. Maçtan önce Benfica galibiyetinin de etkisiyle özgüveni yüksek olan taraf Galatasaray. Özellikle Galatasaray taraftarının "6 Kasım'ın intikamını 9 Kasım'da 9-0'la alacağız" sözleri ve Hıncal Uluç'un "Galatasaray'dan 2 takım çıkar biri gider İnönü'de Beşiktaş'ı diğeri de Kadıköy'de Fener'i yener" deyip Galatasaray'ın farklı kazanacağını öngörmesi bu özgüvenin göstergesiydi. Fenerbahçe taraftarı ise geçmişten gelen güvenle "Mazlum'u getiren bana" ve "Eşeğe köyde binilir, aslana Kadıköy'de" diyordu. Ben de maça birkaç saat kala muhtemel 11'de Maldonado'nun yer almamasının sevincini doyasıya yaşıyordum. Maç saati gelip çattığında ise bulunduğum yerde maç izleme imkanım yoktu. Bir hareketlenmeler olduğunda yanımdaki arkadaşlarla birlikte mekandaki garson çocuğa ne oldu maçta diye sorduk. Lincoln'un golüyle Galatasaray'ın 1-0 öne geçtiğini söyleyen çocuk, yüzündeki gevrek gülümsemeden anladığım kadarıyla Galatasaraylı'ydı. Bu haberi gülümsemeyle karşılamamızdan (Herhalde yılların getirdiği nasıl olsa kazanırız rahatlığından) Galatasaray'lı olduğumuz gibi bir sonuç çıkartmış olacak ki yukarıda bahsettiğim özgüvenin de etkisiyle çok pis fark atacaz Fenere diye de ekledi. Polemiğe girme gereği duymadık. Bir kaç dakka sonra aynı çocuk üzgün bir şekilde geri geldiğinde ahanda gol attık galiba diye düşünüp "Ne oldu gol mü var maçta?" diye sordum. Selçuk attı 1-1 oldu dedi (Selçuk mu? Ulan oğlum bu çocuk kesin bizimle kafa buluyor). Maçın başlamasından birkaç dakika sonra gelen 2 golün de etkisiyle hemen maçı izleyebileceğimiz bir mekan arayışına girdik. Biz boş bir mekan bulana kadar Emre Aşık çoktan golünü atıp gerçek Fenerbahçeli olmuş, skor da 2-1'e taşınmıştı. Neyse sonunda düzgün bir yere kendimizi attık. Böylece Fenerbahçe'nin her zamanki gibi çubuklu formayla, Galatasaray'ın da bu sene kendisine uğurlu gelen ve çokonat satışlarında patlamaya yol açan turuncu formasıyla maça çıktığını görmüş oldum. Kaya kafalardan muzdarip biçimde ilk yarıyı tamamladıktan sonra ikinci yarı daha düzgün bir yere geçtik. Çok geçmeden de Galatasaray Roberto Carlos'un kullandığı serbest vuruşta tek kişilik baraj kurmanın bedelini ödedi ve durum 3-1 oldu. O sıralarda el değmemiş temiz bir lig isteyen takımın futbolcuları ellerini kullanarak gol bulmak için baya uğraştılar ama bu denemelerin hepsi sarı kart görmeleriyle sonuçlandı. Derken bir de baktık ki dakika 90 olmuş 2 hafta önce klas futbolu ve gözyaşlarıyla geri dönen Deivid bu kez de cilayı çekip yengeç dansına başlamış. Maç bittiğinde ise "Kadıköy'de Fener kötüyse kazanır iyiyse fark olur" tezi çürümüş (3 farklı galibiyeti fark olarak kabul edenler için), güne aşırı özgüvenle başlayan Galatasaray taraftarı ise birkez daha post Kadıköy sendromuna yakalanmıştı.

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin