3 Cara Makan Sehat Tanpa Pengorbanan
7 yıl önce
Sinema, tiyatro ve spor ağırlıklı olmak üzere hayata dair karaladıklarım.
Oyunu bugün Beykoz'daki Ahmet Mithat Efendi Sahnesi'nde izledim. Bu sahneye 2. gidişim. Gideceklere tavsiyem, hafta sonu havanın güzel olduğu bir gün gidip hem Anadolu yakasının doğal güzelliklerinin, hem de tiyatronun tadını çıkarmaları. Bir diğer tavsiyem de ön sıralardan bilet alacaklara olsun. Sahnenin yüksekliğinden dolayı ilk 2 sırayı pas geçmkte yarar var. 3 ya da 4. sıra ideal.
Al Pacino'nun bir kez daha hayranlık uyandıracak bir performans sergilediği başyapıt.
İşyerinden 2 arkadaşımla birlikte bu akşam 5 günde 3 oyun maratonumuzu tamamlamış olduk. Mecidiyeköy'de Devlet Tiyatroları'nın Cevahir Alışveriş Merkezi'ndeki sahnesinde izledik oyunu. Hem konu, hem de kadroda Musa Uzunlar ve Civan Canova'nın yer alması beklentilerimi çok yükseltmişti. Beğenmedim demek haksızlık olur ama çok beğendiğimi de söyleyemem.
Oyunu bugün Çengelköy'de boğaza nazır güzel bir kahvaltının ardından, Beykoz'daki eski adıyla Feridun Karakaya yeni adıyla Ahmet Mithat Efendi sahnesinde işyerinden arkadaşlarla izledim. Çok büyük beklentiyle gittiğim bu oyun, beklentilerimin de ötesinde, çok çok başarılıydı.
Oyunu dün akşam iş çıkışı Şehir Tiyatroları'nın Harbiye'deki Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde iş yerinden arkadaşlarla beraber izledik. Oyun başlamadan hemen önce Avrupa Yakası'ndan rol arkadaşı olan Levent Üzümcü'yü izlemeye gelen Gülse Birsel'in ekranda göründüğünden çok daha uzun bir insan olduğunu anladık.
Senaryosu saçma olan bir filmi kaliteli oyunculuk da harika müzikler de kurtaramıyor maalesef. 2 tane gerizekalı veledin ellerini kollarını sallayarak karantina bölgesinden çıkabilmeleri ve onbinlerce insanın ölümüne neden olmaları o kadar saçma ki filmin görsel açıdan doyuruculuğu, enfes müzikleri ve Robert Carlyle'ın müthiş oyunculuğu güme gidiyor. Hal böyle olunca da serinin ilk filmi 28 Days Later'ı aratan bir film çıkıyor ortaya.
Filmin başlarında Mos Def, Bruce Willis'e sorar :
Futbol sohbetlerinde en sevmediğim laftır uyum süreci. Başarılı olamayan futbolcu için uydurulmuş bir kılıftır. Neyin uyumundan bahsediyoruz ki. Adamdan beklenen yıllardır yaptığı işi, ekmek parasını kazandığı oyunu oynaması. Bu nedenden uyum süreci kötü futbolcuya biraz daha zaman kazandırmaktan başka bir şey değildir. Uyum süreci dediğiniz zaman geçtikten sonra da o futbolcudan aldığınız verimde gözle görülür bir artış olmadığını fark edersiniz. Oysa kaliteli futbolcunun lugatında uyum süreci diye bir şey yoktur. O, ekmek parasını kazandığı işi nerede olsa en iyi şekilde yapabilir.
İşyerinden sevdiğim bir arkadaşımın verdiği bu kitabı yaklaşık 2 haftalık bir sürede uykuya dalmadan hemen önce 15-20 dakikalık dilimlerle okudum. Her akşam 1 ya da 2 bölüm okuyarak ilerledim diyebilirim.
Shutter Island hakkında hep olumlu sözler duymuştum. Bu da filmden beklentilerimi oldukça yukarılara çekmişti. Filmi beğenmediğimi söyleyemem ama yüksek beklentiyle izlediğim bir film olarak bende hayal kırıklığı yarattı.
An American Crime 1965 yılında yaşanmış gerçek bir olayı mahkeme kayıtlarından yola çıkarak anlatan 2007 yapımı bir film. Uzun zamandır görmek istiyordum ama bittiğinde keşke izlemeseydim dedim. Bunu film kötü olduğu için söylemiyorum. Özellikle oyunculuklar son derece başarılı. Ancek o kadar çarpıcı bir hikaye ki insan film bittiğinde kendini berbat hissediyor. En son Requiem For a Dream'in ardından bu kadar berbat hissetmiştim.
O kadar heyecenalıyım ki uzun uzadıya bir şeyler yazamıyorum. Tek isteğim 12 Dev Adam'ın top kayıplarını minimum seviyede tutabilmesi ve dün şampiyonada en kötü maçını oynayan Ersan'ın bugün iyi bir maç çıkarması. Bu ikisi bizi Dünya Şampiyonluğuna taşıyabilir. Söylemek bile keyif veriyor. Dünya Şampiyonluğu.
12 Dev Adam'ın yarı finale gelene kadar gösterdiği performans, 1992 Barcelona'daki Dream Team'i hatırlatan bir performans oldu. Tabi bundan sonrasının bu kadar kolay olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yarın sabah Türk spor tarihinin en önemli gününe uyanmak için önümüzdeki tek engel Sırbistan. Peki Sırbistan'ı önceki rakiplerimize göre daha dişli kılan özellikler neler?
Dün akşam abimle izledik filmi. Nefes, sinemalarda gösterildiği dönemde izleyenler filmden o kadar büyük bir övgüyle bahsetti ki benim de beklentilerim çok yükseldi. Belki de bu nedenden filmi beğenmedim.
Uyuşturucu üzerine yapılmış en iyi film. Filmin uyuşturucu kullanımını özendirdiğine yönelik iddialara en iyi cevap bebeğin öldüğü sahnedir herhalde. Requiem for a Dream'in tamamından daha vurucu olmuştur benim için. Bununla birlikte Renton'ın tuvalete daldığı sahnedeki metafor sinema tarhinin en iyilerindendir. Robert Carlyle'ın psikopatlığı ise filmin en neşeli sahnelerini izlettirmiştir. Renton'ın ailesinin onu odaya kilitlemesi sonucu geçirdiği kriz olağanüstü sahneler içeren çok etkileyici bir bölüm olsa da bana göre filmin en etkileyici kısmı Perfect Day eşliğindeki aşırı doz sahnesidir Uzun lafın kısası güzel filmdir Trainspotting. Tekrar tekrar izlemeye değerdir.
Dünyanın Merkezine Yolculuk Jules Verne'in efsanevi kitabından yola çıkan tipik bir Brendan Fraser filmi. Çok iyi bir film değil belki ama sıkılmadan izlenebilen eğlenceli bir film. Sürenin çok uzun tutulmaması da yerinde olmuş. Daha uzun sürse sıkabilirdi. Tabi bu filmi sinemada 3 boyutlu olarak izlyebilmiş olsaydım muhtemelen daha çok keyif alırdım. Filmde bir de Anita Briem adında bir güzellik var ki, insanda tası taağı bırakıp İzlanda'ya göç etme hissi uyandırıyor. Sırf Anita Briem'i görmek için bile izlenebilir bu film.
61 yaşındaki Stallone ile Rambo nostaljisi yapmak güzeldi. Ama filmin çekilme amacı da sadece nostalji yapmaktı sanırım. Çünkü özensiz hatta olmayan bir senaryoyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla da süre olarak oldukça kısa bir film olmuş Rambo serisinin bu son filmi. Ancak çatışma ve şiddet sahneleri konusunda filmin hakkını yemeyelim. Stallone, yönetmen koltuğunun hakkını vermiş. Son derece gerçekçi ve başarılı sahneler çekmiş. Türü sevenlerden hala izlemeyen varsa biraz nostalji biraz da bu sahneler için izlemeye değer diyebilirim.
Geçtiğimiz haftasonu abimle birlikte izledim filmi. İkimiz de oyunu çok az oynamıştık. İyi bir film olduğunu söyleyemem ama sıkmadan izlenebilen bir aksiyon filmi olmuş Hitman. Oyunu fanları için ise hayal kırıklığı söz konusu. Çünkü oyunu çok az oynamama rağmen ben bile filmdeki Hitman ile oyundaki Hitman'in pek de örtüşmediğini fark ettim. İstanbul sahneleri bilindik. Her zamanki gibi İstanbul'u bir Arap şehri gibi göstermek için modern Türk insanı profili yerine Kapalıçarşı profili seçilmiş. Türkiye Rusya sınırı ve Galata Kulesi'nin içinde bulunan upuzun koridorlara sahip otel gibi saçmalıklar da filmin eksilerinden.
Dünya Kupası'yla ilgili değerlendirmelere kaldığımız yerden devam edelim. Tam da bu yazıyı yazmak için blog'u açmışken kadim dostum mortello'nun bir önceki değerlendirme yazısına yaptığı yorumu okudum. O yorumdan yola çıkarak başlayalım yazıya:
Filmi izlerken Will Smith'in yüzünü en iyi kullanan oyunculardan biri olduğunu bir kez daha gördüm ve Charlize Therion'un bu dünyadan olmadığına dair şüphelerim daha da arttı. Başındaki sahnelerle The Big Lebowski'yi sonuyla da Casablanca'yı anımsattı biraz. Birbiriyle uzaktan yakından alakası olmayan bu iki filmi anımsattığına bakarak nasıl absürd bir film olduğunu varın, siz anlayın. Tabi absürd olması filmi beğendiğim gerçeğini değiştirmez.
Her dünya kupası sırasında, genelde çeyrek final maçları oynanırken içimi bir hüzün kaplamaya başlar. Bitiyor işte derim kendi kendime. Şunun şurasında 3-4 tane maç kaldı ve ben bu keyfi bir kez daha yaşayabilmek için 4 yıl daha yaşlanmak zorundayım, hatta belki de bu keyfi bir daha hiç yaşayamayabilirim. Şu sıralar bir yandan bu hüznü yaşıyorum, bir yandan da sona ermek üzere olan 2010 Dünya Kupası'nın değerlendirmesini yapmaya çalışıyorum. Aklımdan geçenleri blogun okuycularıyla da paylaşmak istedim.
Bir önceki postun sonunda sorduğumuz sorunun cevabını aldık. Almanlar üst üste 15. kez dünya kupası çeyrek finalisti oldular. Bununla da yetinmeyip kupa öncesi herkesin favori olarak gördüğü Arjanin'i 4-0 yenerek yarı finale de adlarını yazdırmış oldular. Adamlar yıllardır futbolda hep zirveye oynuyorlar zaten. Futbol devrimi de nereden çıktı diyebilirsiniz. Bana göre bu devrim 2006 yılında Klinsmann'la başladı. Yıllardır hep zirveye oynayan ancak iyi futboldan ziyade maçı sonuna kadar bırakmamasıyla bilinen bir Almanya vardı o yıla kadar. Bu özelliklerinden dolayı da futbolseverler tarafından Latin Amerika ülkeleri ya da Hollanda kadar sempatik bulunmuyorlardı .
İkinci tura çıkan 6 avrupa takımının birbirleriyle eşleşmeleri sonucu çeyrek finalde 3 Avrupa takımının olacağı kesinleşti. Avrupa takımlarının genel performansı açısından sadece 4 Avrupa takımın katılabildiği ilk dünya kupasından bu yana en kötü sonuç bu. Önceki dünya kupaları ve çeyrek finale gelebilen Avrupa takımlarının sayısı ise şöyle:
Uzun zaman önce ekşi sözlüğe yazmıştım bu yazıyı. Blogda da olsun istedim.
Türk futbolunda nefret tohumlarının en yoğun olduğu sezon geride kaldı. Fenerbahçeliler, Türkiye'nin %50'si olmadığından çoğunluğun sevindiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Peki şimdi Bursaspor şampiyon oldu diye Fenerbahçe'nin şampiyon olabileceği korkusuyla ağzı olanın konuştuğu son 10 haftada söylenenleri unutup kafamızı kuma mı gömeceğiz.
Bucaspor güzel İzmir'imin 7 yıllık Süper Lig hasretine son verdi. Helal olsun Bucaspor. Ben artık İzmir'de değilim ama haftasonu İzmir yolculuklarından birinde tribünde yer alıp hem İzmir'de Süper Lig maçı izleme özlemimi dindirmek hem de sizi desteklemek boynumun borcu olsun. Darısı play-off'larda Altay'ın başına...
Bu akşam bayanlar voleybolda Türkiye Kupası finalinin ilk ayağı oynandı. Ben de hem olimpik bir sporda Şampiyonlar Ligi seviyesinde final oynayan ilk Türk takımı Fenerbahçe Acıbadem'e teşekkür etmek hem de sıkı bir Fenerbahçe taraftarı olarak gönül verdiğim takımı bu zorlu final mücadelesinde yalnız bırakmamak için tribündeki yerimi aldım.
Devlet tiyatrolarında 5 yıldır sahnelenmekte olan bir oyun Ful Yaprakları. Bense oyunu ancak dün akşam İstiklal Caddesi'ndeki Küçük Sahne'de izleyebildim. Küçük Sahne adı gibi gerçekten oldukça küçük bir tiyatro salonu. Bu yüzden yerinizin kötü olması gibi bir durum pek söz konusu değil. Kenarda kalmak ya da çok arkada kalmak gibi bir derdiniz yok ama koltukların arası dar ve tahta koltuklar pek de rahat değil. Ancak bu bu durum sahnenin nostaljik havasını kaybetmemesini sağladığı için beni pek rahatsız etmedi.
2 hafta önce İzmir'den gelen bir arkadaşımı Sultanahmet'e götürdüm. Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı, Topkapı Sarayı, Dikilitaş, Ayasofya, İstanbul Arkeoloji Müzesi gibi çok sayıda tarihi değerin iç içe olduğu bir yerde gezme keyfini ben de bir kez daha yaşamış oldum. Topkapı Sarayı'na girişte giriş ücretinin 20 TL olduğunu, aynı parayla bir müzekart alıp çok sayıda tarihi yeri 1 yıl boyunca gezebileceğimi öğrenince karar vermek çok zor olmadı. Sıra bana geldiğinde müzekartım 2 dakika içinde hazırdı.
Olimpik bir takım sporunda Şampiyonlar Ligi seviyesinde final oynayan ilk Türk takımı olmayı başaran Fenerbahçe Acıbadem için ne söylesek az. Bu takımın bu sezon ne Türkiye'de ne de Avrupa'da bileğini bükebilen olmadı. Şu anda o kadar heyecanlı, mutlu ve gururluyum ki çok fazla bir şey yazamıyorum. Umarım yarın sarı melekler Türk spor tarihinin ilk Şampiyonlar Ligi kupasını kazanır.
Çarşamba akşamı iş çıkışı Nişantaşı'ndaki Rüştü Uzel sahnesinde şirketten arkadaşlarla birlikte izledim oyunu. Öncelikle salonun çok garip olduğunu söylemem lazım. Normalde sinema ya da tiyatro salonlarında arkadaki koltuklar öndekilere göre daha yüksekte olur ve böylece arkadaki seyirci de sahneyi daha rahat görür. Tabi şanssızsanız (Ben bayan yanı istedim, kaya arkası vermişler) bu durumda bile sahneyi rahat göremeyebilirsiniz. Burada ise tam tersi bir durum vardı. Öndeki koltuklar arkadakilere göre daha yüksekteydi. Hangi amaçla yapılmış bilemiyorum ama biz çözemedik.
Maçtan önce Lugano'nun dönüşüyle yeniden düzene giren ve 4 maçtır kalesini gole kapatan Fenerbahçe savunmasından bahsetmiştik. Dün akşam orta saha da takım savunmasına önceki maçlara göre çok daha fazla katkı yapınca Fenerbahçe oyunda sağladığı üstünlüğü skora da yansıtarak çok kritik bir galibiyet aldı.
Olmuş bu film. Hem de çok güzel olmuş. Reklamını kendisi yapan filmleri severim. Eyyvah Eyvah da böyle bir film oldu. Filme gidenler ne kadar eğlendiklerini anlattıkça filmi görmek isteyenlerin sayısı arttı.
