5 Aralık 2008 Cuma

2002 Dünya Kupası

1994 ve 1998 Dünya Kupaları’nı takip etmiş ve 4 yılda bir yaşanan bu keyfi özlemle bekleyen biri olarak 2002 Dünya Kupası’nın gönlümdeki yeri ayrıydı. İlk kez ülkemin milli takımını bir Dünya Kupası’nda izleyecektim. 16 Haziran 2002’de ÖSS’ye girecek olamama rağmen hazırlıklar benim için 31 Mayıs 2002’de sona ermişti. Çünkü o gün Dünya Kupası başlıyordu.

Turnuva ilk kez Amerika ya da Avrupa kıtalarının dışında bir yerde düzenleniyordu. Bir başka ilk de turnuvayı iki ülkenin birlikte düzenlemesiydi. Bu sayede maçlar her biri son teknoloji ürünü tam 20 ayrı stadyumda oynanacaktı. Ayrıca takımlar ilk kez organizasyona 22 yerine 23 kişilik kadrolarla katılıyorlardı. Kadroya 23. kişi olarak takımların 3. kalecileri eklenmişti. Son Dünya Şampiyonu’nun, turnuvaya eleme oynamadan doğrudan katılması kuralı ise son kez uygulanıyordu. Bu kontenjandan yararlanan son takım 1998’in şampiyonu Fransa olmuştu. Ancak eleme oynamadan alınan bu bilet Fransa’ya pek yaramadı. Bir gol bile atamadan elenerek Dünya Kupaları tarihinin en kötü son şampiyon performansını sergilediler. Açılış maçında Fransa’yı 1-0 yenerek tüm dünyayı şaşırtan Senegal ise Ekvator, Slovenya ve Çin ile birlikte turnuvaya ilk kez katılan 4 takımdan biriydi. Turnuva başlamadan önce Dünya Sıralaması’nda 79. sırada bulunan Senegal’in çeyrek final oynayacağını kim tahmin edebilirdi.

İlk kez katılan diğer üç takım ise grup sonunculuğunda kalmışlardı. Bu başarısızlığa rağmen Çin’in antrenörü Bora Militunovic üst üste 5. kez hem de 5 farklı takımla (1986 Meksika, 1990 Kosta Rika, 1994 A.B.D., 1998 Nijerya, 2002 Çin) Dünya Kupasına katılmanın gururunu yaşıyordu.
Arjantin, Nijerya, İngiltere ve İsveç’in bulunduğu F grubu ölüm grubu olarak adlandırılmıştı. Güney Amerika elemelerini ilk sırada tamamlayıp turnuvaya favorilerden biri olarak gelen Arjantin, ölüm grubundan çıkamayarak taraftarlarını hayal kırıklığına uğratmıştı. Ancak turnuva sona erdiğinde asıl ölüm grubu F grubu değil de Brezilya ve Türkiye’nin yer aldığı C grubu gibi görünüyordu. Çünkü bu takımlardan biri Dünya Şampiyonu diğeri de Dünya Üçüncüsü olacaktı. Statü izin verseydi belki de finalde karşılaşacaklardı.

Grup maçları sonunda Fransa ve Arjantin’in yanı sıra son Dünya Üçüncüsü Hırvatistan ve maçlara kolsuz formalarla çıkma isteği FIFA tarafından reddedilen son Afrika Şampiyonu Kamerun da kupaya veda etmişti. Bir başka sürpriz de ikinci turda yaşanmıştı. Güney Kore Ahn Jung Hwan’ın attığı altın golle İtalya’yı 2-1 yenmiş, Ahn ise attığı golün bedelini o sezon formasını giydiği İtalyan takımı Perugia’dan kovularak ödemişti.

Çeyrek finalistler belli olduğunda ilginç bir tablo ortaya çıkmıştı. Kupa tarihinde ilk kez çeyrek finalde Avrupa, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Asya ve Afrika kıtalarının hepsi birlikte temsil ediliyordu. Turnuvanın ev sahiplerinden Güney Kore İspanya’yı penaltılarla eleyerek kupa tarihinde yarı finale çıkan ilk Asya takımı olmuştu. Senegal ise İlhan Mansız’ın golüyle Türkiye’ye boyun eğmiş ve kupa tarihinde yarı finale çıkan ilk Afrika takımı olma şansını yitirmişti. Brezilya’nın İngiltere’yi 2-1’le geçtiği maç Ronaldinho’nun ilerleyen yıllarda dünya futboluna damgasını vuracağının sinyallerini veriyordu.

Yarı finalde Türkiye’yi 1-0 la geçen Brezilya üst üste 3. kez finale kalarak Almanya’dan (1982-1986-1990) sonra bunu başaran 2. takım oluyordu. Bu durum Brezilya kaptanı Cafu’ya da üst üste 3 Dünya Kupası’nda final maçı oynayan ilk oyuncu olmanın gururunu yaşatacaktı. Evsahibi Güney Kore’yi 1-0’la geçen Almanya da diğer finalist olmuştu. Bu kadar çok sürprizin yaşandığı turnuvada finalistler hiç de sürpriz değildi. 1938’den sonraki tüm kupalarda finalde Brezilya ya da Almanya’dan biri vardı (1978 hariç). İşin ilginç yanı ise daha önce 6’şar kez final oynayan bu iki takımın ilk kez finalde karşılaşacak olmalarıydı. 2002’ye kadar adeta nöbetleşe final oynayan Brezilya ve Almanya ilk kez finalde birbirlerine rakip olmuşlardı.

Final maçından bir gün önce Türkiye ile Güney Kore üçüncülük maçında karşı karşıya geliyordu. Hakan Şükür Türkiye’yi 1-0 öne geçirdiğinde ilk düdüğün üzerinden yalnızca 11 saniye geçmişti. Bu gol Dünya Kupaları tarihinin en erken golü olarak kayıtlara geçti. Türkiye maçı da 3-2 kazanmış ve Dünya Üçüncüsü olmuştu. Böylece EURO 2000’deki 2-0’lık Belçika galibiyetiyle başlayan, burada da 1-0’lık Japonya galibiyetiyle süren “büyük turnuvalarda ev sahibi takımları yenerek kupanın dışına itme” geleneği de devam etmiş oldu. Türkiye bu geleneğini EURO 2008’de İsviçre’yi son dakika golüyle 2-1 yenerek sürdürecek ve ev sahibi takımların korkulu rüyası haline gelecekti.

Dünya kupaları tarihinin en başarılı 2 takımını karşı karşıya getiren finalde Brezilya, Ronaldo’nun golleriyle Almanya’yı 2-0 mağlup edip mutlu sona ulaşırken tüm maçlarını normal süre (90 dakika) içinde kazanarak kupayı alan ilk takım oldu. Brezilya’yı şampiyonluğa taşıyan Ronaldo, Rivaldo, Ronaldinho ve Roberto Carlos dörtlüsü turnuva boyunca otoriteler tarafından 4R olarak isimlendirilmişti ve bu 4 futbolcu da turnuvanın All-Star takımına seçilmeyi başarmıştı. Küçük oğlu onu Roberto Carlos’la karıştırdığı için üçgen şekilli enteresan bir saç traşıyla maçlara çıkan Ronaldo 8 golle gol kralı olurken 1970’ten bu yana 6 gol barajını aşan ilk oyuncu olmayı da başarıyordu.

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin