10 Eylül 2010 Cuma

Nefes

Dün akşam abimle izledik filmi. Nefes, sinemalarda gösterildiği dönemde izleyenler filmden o kadar büyük bir övgüyle bahsetti ki benim de beklentilerim çok yükseldi. Belki de bu nedenden filmi beğenmedim.

Film fragmanlarda da gördüğümüz son derece başarılı bir içtima sahnesi ile başlıyor. Ancak o sahnede zirveye çıkan yüzbaşının kararlığı, basireti, gücü kısacası her şeyi o andan itibaren düşüşe geçiyor. Askerliğini Güneydoğu'da değil Ankara'da yapan ancak o bölgede askerliğini yapmış pek çok arkadaşla sohbet etme şansı bulmuş biri olarak oraya giden insanların geçirdiği dönüşümün tam tersi olduğunu söyleyebilirim. İnsanlar o bölgeye gittiklerinde sudan çıkmış balık gibi olup orada yaşadıklarıyla güçlü ve kararlı hale gelirler. Tabi bu güç ve kararlılık sadece o bölgede anlamlı olan, oradaki görev tamamlanıp da büyükşehire dönüldüğünde hiçbir anlam ifade etmeyecek bir güçtür. Bizim yüzbaşı ise son derece kararlı geldiği karakolda karakter oluarak günden günden eriyip kendi askerine silah çeken, silahındaki son mermileri boş yere harcayan bir adama dönüşüyor. Bütün film bu adamın etrafında döndüğü için rahatsız edici bir durumdu bu dönüşüm.

Bana göre filmin en başarılı sahnesi nöbet tutan askerin, arkadaşlarını eğlendirmek için yaptığı asansörde kalan adam taklidiydi. Nöbet tutan asker, o an oradaki askerlerin tamamını kardan, soğuktan, dağlardan, barut kokusundan, ölüm korkusundan uzaklaştırıp bambaşka bir boyuta taşıdı.

Özetle Nefes, benim için yüksek beklentiyle izlenen ve hayal kırıklığı yaratan bir film oldu.

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin