19 Nisan 2010 Pazartesi

Nefret Kültürü

Belki bu yazı blog tarihinin en taraflı yazısı olacak ama somut örnekler vereceğimden de kimsenin şüphesi olmasın. Dün akşamdan bu yana göz gezdirdiğim birçok sanal platformda (özellikle de hem yazdığım hem de fırsat buldukça okuduğum ekşi sözlükte) Fernerbahçe'ye, taraftarına, başkanına, yönetimine, futbolcusuna inanılmaz saldırılar ve suçlamalar okuyorum. Ezik, çirkef, futboldan anlamayan gibi tabirler kullanılıyor ki bunların tamamı alınan mağlubiyetin yarattığı hazımsızlığın sonucu.

İşin garibi (aslında pek de garip değil yıllardır alışılagelmiş bir durum bu) maçın taraflarından biri olmayan Galatasaray taraftarının da en az Beşiktaş taraftarı kadar saldırgan bir tutum sergilemesi. Kimse kusura bakmasın ama bu öfke, nefret ve saldırgan tutumun ardındaki en önemli sebep Fenerbahçe'nin son 21 maçta 16 kez yenerek ezeli rakiplerine karşı ezici bir üstünlük kurması. Amatör branşlarda rakiplerinin açık ara önünde olması da ciddi bir rahatsızlık yaratmaya başladı belli bir kesimde.

Dün bir kez daha gördüm ki Fenerbahçe'yi diğer büyük takımlardan ayıran en önemli özellikler hiçbir zaman hiçbir takımla ittifak kurma gereği duymaması ve taraftarlarının başka takımlara olan nefretinin hiçbir zaman Fenerbahçe sevgisinin önüne geçmemesi. Bunun özellikle altını çizmek gerek. Etrafta o kadar garip taraftarlar var ki adamlar Beşiktaşlı ya da Galatasaraylı değil Antifenerli. Bu nasıl bir taraftarlık anlamak mümkün değil. Fenerbahçe'nin en sevdiğim özelliklerinden biri de her zaman kendi göbeğini kendi kesmesi. Başka takımların attığı gollerle şampiyon olmamıştır Fenerbahçe (Şampiyonluk yolundaki rakibine her 2 maçta da yenilip ondan sonra Denizli'den gelen gol haberiyle şampiyonluk turu atmamıştır). Hep kendi işini kendi görmüştür. 95/96 sezonunda şampiyon olurken şampiyonluk yolundaki rakibi Trabzonspor'u ligin son haftalarında deplasmanda 2-1 yenerek liderliği almış ardından da şampiyon olmuştur. 2000/2001 sezonunda şampiyonluk yolundaki rakibi Galatasaray'ı evinde 2-1 yenerek liderliği almış ve ardından şampiyon olmuştur. 2003/2004 sezonunda şampiyonluk yolundaki rakibi Beşiktaş'ı deplasmanda 3-0 yenerek şampiyonluğa yürümüştür. 2004/2005 sezonunda şampiyonluk yolundaki rakibi Galatasaray'ı evinde 1-0 yenerek o maçta şampiyonluk turu atmıştır. 2005/2006 sezonunda şampiyonluk yolundaki rakibi Galatasaray'ı her 2 maçta da yenmesine rağmen (sezonun 2. yarsındaki maçı 4-0 kazanırken 3 topu da direkten dönmüştür) şampiyonluğu verdi. 2006/2007 sezonunda şampiyonluk yolundaki tüm rakiplerini yenmiş derbi maçlarda yenilgi yüzü görmemiştir. Eğer ortada bir çirkeflik varsa o da her şampiyonluğunu şampiyonluk yolundaki rakibini yenerek alan bu takımın şampiyonluklarına dil uzatmaktır.

11 Nisan 2010 Pazar

Sarı Melekler

Bu akşam bayanlar voleybolda Türkiye Kupası finalinin ilk ayağı oynandı. Ben de hem olimpik bir sporda Şampiyonlar Ligi seviyesinde final oynayan ilk Türk takımı Fenerbahçe Acıbadem'e teşekkür etmek hem de sıkı bir Fenerbahçe taraftarı olarak gönül verdiğim takımı bu zorlu final mücadelesinde yalnız bırakmamak için tribündeki yerimi aldım.

Kapasitesi çok da fazla olmayan Burhan Felek Spor Salonu'nun (TVF 50. Yıl Spor Salonu) tribünleri maçın başlamasına kısa bir süre kala doldu. Sarı Melekler maça oldukça iyi başlayıp ilk 2 seti çok rahat kazandı. Herkes 3. sette de benzer bir tablo beklerken Neslihan'ın etkili oyunuyla toparlanan Vakıfbank Güneş Sigorta Avrupa 2.si Fenerbahçe Acıbadem karşısında üst üste 3 set alarak maçı 3-2 kazandı. Bu maç Sarı Melekler'e play off öncesi önemli bir uyarı oldu. Umarım Çarşamba akşamı oynanacak olan maçta bu skor telafi edilir ve Sarı Melekler sezonun ilk kupasını alır.

Ful Yaprakları

Devlet tiyatrolarında 5 yıldır sahnelenmekte olan bir oyun Ful Yaprakları. Bense oyunu ancak dün akşam İstiklal Caddesi'ndeki Küçük Sahne'de izleyebildim. Küçük Sahne adı gibi gerçekten oldukça küçük bir tiyatro salonu. Bu yüzden yerinizin kötü olması gibi bir durum pek söz konusu değil. Kenarda kalmak ya da çok arkada kalmak gibi bir derdiniz yok ama koltukların arası dar ve tahta koltuklar pek de rahat değil. Ancak bu bu durum sahnenin nostaljik havasını kaybetmemesini sağladığı için beni pek rahatsız etmedi.

Oyuna gelecek olursak, Civan Canova'nın kaleminden çıkan olağanüstü diyaloglar ve Musa Uzunlar'ın son derece başarılı oyunculuğu izleyiciye hem keyif veriyor hem de derin düşüncelere sürüklüyor. Kadın erkek ilişkilerinden, anne baba ile ilişkilere; aşktan, günahlar ve Tanrı'ya birçok konu hakkında normların dışında lafları cesurca söylüyor oyun. İzleyiciye de benzer sorular sorduruyor.

Oyunda Musa Uzunlar'ın canlandırdığı Richard karakteri "hoşumuza giden bedenlerin içine hayalimizdeki ruhu yerleştirip adına da aşk diyoruz" gibi bir cümle kuruyor. Bugüne kadar aşk üzerine sayısız şarkı yapıldı, sinema filmi çekildi, tiyatro oyunu sahnelendi. Ancak aşkın bu kadar güzel tanımlandığı bir eser hatırlamıyorum açıkçası.

Son söz olarak da ne yapın edin, gösterimden kalkmadan önce bu oyunu izleyin derim.

4 Nisan 2010 Pazar

Müzekart

2 hafta önce İzmir'den gelen bir arkadaşımı Sultanahmet'e götürdüm. Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı, Topkapı Sarayı, Dikilitaş, Ayasofya, İstanbul Arkeoloji Müzesi gibi çok sayıda tarihi değerin iç içe olduğu bir yerde gezme keyfini ben de bir kez daha yaşamış oldum. Topkapı Sarayı'na girişte giriş ücretinin 20 TL olduğunu, aynı parayla bir müzekart alıp çok sayıda tarihi yeri 1 yıl boyunca gezebileceğimi öğrenince karar vermek çok zor olmadı. Sıra bana geldiğinde müzekartım 2 dakika içinde hazırdı.

Müzekart güzel bir uygulama. Müzekartla gezilebilen başlıca müze ve örenyerleri şunlar : Ankara Etnoğrafya Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi (Ankara), Antalya Müzesi, Aspendos (Antalya), Ayasofya Müzesi (İstanbul), Sualtı Arkeoloji Müzesi (Bodrum), Boğazköy, II. TBMM (Ankara), Efes, Hierapolis, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İshak Paşa Sarayı (Ağrı), Mevlana Müzesi (Konya), Kapadokya, Mardin Müzesi, Noel Baba Müzesi, Topkapı Sarayı, Truva Antik Kenti. İlk etapta göze çarpan eksikler Dolmabahçe Sarayı ve Yerebatan Sarnıcı. Bunun nedeni de farklı müze ve sarayların farklı kurumlara bağlı olması. Bunlar tek bi çatı altında birleştirilirse müzekart da daha işlevsel bir hale gelir ve daha çok kişi müzekart sahibi olur diye düşünüyorum.

3 Nisan 2010 Cumartesi

Fenerbahçe Acıbadem

Olimpik bir takım sporunda Şampiyonlar Ligi seviyesinde final oynayan ilk Türk takımı olmayı başaran Fenerbahçe Acıbadem için ne söylesek az. Bu takımın bu sezon ne Türkiye'de ne de Avrupa'da bileğini bükebilen olmadı. Şu anda o kadar heyecanlı, mutlu ve gururluyum ki çok fazla bir şey yazamıyorum. Umarım yarın sarı melekler Türk spor tarihinin ilk Şampiyonlar Ligi kupasını kazanır.

Medya Maymunları

Çarşamba akşamı iş çıkışı Nişantaşı'ndaki Rüştü Uzel sahnesinde şirketten arkadaşlarla birlikte izledim oyunu. Öncelikle salonun çok garip olduğunu söylemem lazım. Normalde sinema ya da tiyatro salonlarında arkadaki koltuklar öndekilere göre daha yüksekte olur ve böylece arkadaki seyirci de sahneyi daha rahat görür. Tabi şanssızsanız (Ben bayan yanı istedim, kaya arkası vermişler) bu durumda bile sahneyi rahat göremeyebilirsiniz. Burada ise tam tersi bir durum vardı. Öndeki koltuklar arkadakilere göre daha yüksekteydi. Hangi amaçla yapılmış bilemiyorum ama biz çözemedik.

Oyuna gelecek olursak mesaj verme çabası oyunun önüne geçmiş. Bir sinema filminde ya da tiyato oyununda verilmek istenen mesaj eserin önüne geçince o film ya da oyun bir sanat eseri olmaktan çıkıp bir nasihata dönüşüyor ki bu da izleyici sıkmaktan başka bi şeye yaramıyor. Hele bir de iş günü olunca bu sıkıcılık izleyicilerden bazılarının göz kapaklarına hakim olamamalarına neden oldu. Açıkçası ben de oyunu hiç beğenmedim. Oyundan aklımda kalan iki şey Somer Karvan'ın rolündeki başarısı ve Ece Uslu'nun hala çok güzel olduğu...
Blog Widget by LinkWithin